Ö N S Ö Z |
|
Elhamdülillahi
Rabbilalemin vessalatü ala resulina ve nebiyyina Muhammed ve ala alihi ve eshabihi
ecmain. Herkesçe malum olduğu veçhile namazlarda okunması matlub olan şeylerin herbirinin birer mevki-i mahsusu olduğu gibi bir de mikdar-ı mahsusları vardır. Mesela (Sübhaneke) nin yeri başka, teşehhüdün yeri yine başkadır. Bunların birini diğerinin yerinde okumak doğru olamıyacağı gibi mikdar-ı mahsuslarından eksik veya ziyade okumak, yani (sübhaneke) nin yarısını okumak, yahut bazı şeyler daha ilave ederek fazla okumak, bu da doğru degildir. Sairleri de buna kıyastır. Bu usul; bidaye-i islamdan bugüne kadar mahfuz olarak gelmiştir. Yalnız
fatihadan sonra Kur’andan okunacak mikdar hakkındaki şer’i şerifin koyduğu usul
son zamanlarda zayi olmuş, namaz vakitlerinin her birinin kendine mahsus sureleri olup,
onları okumak matlub iken birini diğerinin yerinde okumak, hatta sureden eksik okumak ve
hatta üç ayetle, iki ayetle, bir ayetle iktifa etmek gibi hilaf-ı şer şeyler adet-i
meşrua hükmünü almıştır. Az bir vakt içinde bu hilaf-ı şer adet öyle taammüm
ve tekarrür eylemiştir ki bunun hilaf-ı şer olduğunu
bilen ve sakınan nadir, belkide ender kalmıştır. Bu adetin zuhuruna sebepde şu
olmuştur. Müteahhirin-i
ulemadan yani son zaman ulamasından bazıları teravih namazını sünnet olduğuna
bakarak hafif görmüşler ve çokluğuna ve hatm ile kılınacağına da bakarak bunda
bir zorluk görmüşler. Bunu hafifleştirmek
için çareler aramışlar. Ve bir çare bulduk zannı ile bazı sözlerde
söylemişlerdir. Fakat söyledikleri sözleri şeriate muvafık düşürememişlerdir.
Ahalide bunun şeriate muvafık düşmediğini idrak edemeyip ulema sözüdür diye hemen
kabul ederek, böyle kılmağa başlamışlardır. Bu
suretle adet hükmünü almıştır. Ahali yalnız şunu
düşünebilmiştir ki (Allahu Ekber) deyip, huzuru rabbilalemine girdikten sonra, bunun
sünnetliği ile fazrlığı arasında bir fark kalmaz. Hepsi bir huzurdur. Huzurun
birinde terki usul caiz olurda, öbüründe niçin caiz olmasın deyip, onlarda farz
namazlarıda böyle kılmağa başlaya kalmışlardır. Bu suretle oda adet hükmünü
almıştır. Halbuki
böyle hilaf-ı usul okumakla namaz
sakatlanmış olup, bunun üzerine terettüb edecek
uhrevi mücazattan başka, Dünyada da namazı böyle kılanlar fasık tanınmıştır.
Bir de umum müslümanların alakadar olduğu bir namaz meselesinde elde mevcud muteber
kitabların sarahatine karşı böyle bir hatanın beynelmüslimin taammüm ve takarrür
eylemesi yar-ü ağyara karşı utanacak bir keyfiyettir. Binaenaleyh
bu vebalden kurtulmak ve bu lekeyi kaldırmak için bu gayr-i meşru adeti bırakıp,
namazı eski şekline koymak bütün müslümanların üzerine müterettib bir vazife-i
diniyye olmuştur. Gerçi beynelmüslümin bu derceye kadar taammüm ve takarrür eylemiş
ve adet-i meşrua hükmünü almış bir hatanın içinden sıyrılıp çıkmakda kolay bir şey değildir. Bu hususta
oldukça vasi ve müdellel bir malumata ihtiyaç vardır. Binaenaleyh
din kardeşlerimin bu ihtiyaçlarına delalet hususunda naçizane bir hizmet edebilmek
emeliyle bu hususta avn-i bariye istinaden bir risale yazıp neşretmeği arzu ettim. Bu
risalede: 1:
Namazda kıraetin mikdarı hakkındaki ahkam-ı fıkhiyye beyan edilecek. 2:
Matlub olan hususata ait mütekaddimin ve müteahhirin-i fukahanın nakilleri hulasa
edilerek yazılacak ve bu meyanda yanlış anlaşılan bazı ibareler tahlil ve izah
edilecek. 3:
Bazı müteahhirinin muhalif sözleri dahi
hulasa edilerek yazılacak ve müctehidin ve muteber fukahanın sözleriyle
karşılaştırılacak ve her hulasa edilen nakillerin ahirine birer numara vaz edilip ve
hangi kitablardan alındıysa isimleri ve bahisleri ve sahifeleri gösterilecektir. 4: Bir
de hulasa ile risaleye hitam verilecektir, ve minellahiltevfıyk.
|